ANADOLU UYGARLIK HAREKETİ MANİFESTOSU

an.ki

                                                                      

                                                   ANADOLU UYGARLIK HAREKETİ

                                                        ANADOLU  HALKLARINI  

             VARLIĞIN BİRLİĞİ VE  ANADOLU UYGARLIK HAREKETİNE  ÇAĞRI MANİFESTOSU

( Her hakkı saklıdır.İzinsiz alıntı yapılamaz ,bir bölümü veya tamamı kopyalanıp yayınlanamaz.)

            Anadolu  toprakları Asya, Avrupa ve Afrika Kıt’aları arasındaki merkezi konumuyla çağlar boyunca Dünya kültürünü, siyasi ve jeopolitik coğrafyasını etkileyen en önemli  merkezlerden biridir.

            Üç tarafı denizlerle çevrili,farklı iklim ve ekosistemlere sahip fiziki coğrafyası ve 12 büyük ırmağıyla insan ve doğa yaşamı için bir cazibe merkezi olan Anadolu ve Sümerce Kİ.ENGUR denilen Fırat-Dicle arası topraklar bu nedenle dünyanın en büyük kültür ve uygarlıklarına sahne olmuştur.

            Özellikle Göbeklitepe ve Çatalhöyük gibi Neolitik kültürle başlayan ve tarihi süreçle devam eden yerli halkların yarattığı Sümer,Elam, Hatti, Hitit, Hurri, Luvi  ve Urartu gibi kadim Uygarlıklara hayat veren Anadolu halk kültürü,her dönemde evrensel ölçekte kültürel  değerler oluşturup taşıyarak dünya kültür ve uygarlıklarına öncülük etmiştir. Bu bağlamda Anadolu-KİENGUR coğrafyası dünya uygarlığının da merkezi olmuştur. Anadolu Uygarlıklarının evren ve doğa ile insani yaşam deneyimlerinden sağarak yaşama geçirdiği binlerce yıllık toplumsal kültür belleği “Varlığın Birliği” ilkesini oluşturmuş  ve bu ilke, Anadolu Alevi-Bektaşi Halk kültürü ve yaşam biçimiyle günümüze ulaşmıştır.

            Anadolu kadim uygarlıklarının  evreni bir cennet haline getirdiği bu topraklar İ.Ö.22-23 YY.da Arabistan çöllerinden gelen Akadlarla işgale başlanmış,ardından Asur, Babil, Hellen, Roma, Bizans, Selçuklu Osmanlı ve Türkiye gibi siyasi oluşumlara sahne olmuştur.

            Anadolu Uygarlıklarının verilerine  göre, geçmişten günümüze kadar Sümer, Guti-Lulubi, Turukku, Elam, Kasit, Hatti-Hitit-Luvi-Hurri , Pala, Kaşka  ve Urartu gibi kadimden yerli kavimlerin arasına  Akadlar, Asurlar, Amurrular, Aramiler, Firigler, Paflagonlar, Bacnaviler, İranlılar, Hellenler, Galatlar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar ve son olarak da Selçuklular girmiştir. Her gelen halk, yerel ve bölgesel ölçekte kurduğu erk ölçüsünde Anadolu-Mezopotamya’nın kültürel ve doğal mirasını kullanıp yağmalamış, yerli halk kimliklerini inkar edip asimilasyona uğratmış ve bu yolla evrensel kültüre dayalı yerli uygarlıkları  kesintiye uğratmıştır.

            Semavi ad edinen dinlerin ortaya çıkış iddialarının aksine, Semavi kelam, evrenin ezeli varlığıyla var olmuş; Anadolu halkları, evren ve doğayı varoluşsal yapısı ,işleyiş yasaları ve yaşam düzeniyle “Varlığın Birliğini” sergileyen İlahi bir Komün, okunup uyulması gereken Hakkın  Kelamı, bilimin, insan ve doğa sevgisine  dayalı toplumsal yaşam biçiminin kaynağı  olarak kabul etmiş, bu temelde 12 büyük ırmağıyla Serçeşme nitelikli  Anadolu- Ki.Engur topraklarını  KUR URU HATTİ ve Bin Tanrının  Yurdu  anlamında Hızır Eli adıyla  tanımlamıştır. Bin Tanrı sanlı Hızır’ın adı; Urartu’nun BİAİNİ ALU (Bin Ali-Albania) adı gibi yöredeki Bingöl Dağları, Bingöl İli, Muş Varto Hızır Qal Dağı, Elazığ Hazar Gölü- Hazar Baba Dağı,Bingöl Hazarşah Gölleri, Hazarbaycan ve Hazar Deryası ve Anadolu’daki Ali ve Ulu dağ adlarıyla yaşamaya devam etmiştir.   

            İnsan,flora ve faunanın yaşam kaynağı olan doğa ile yurdun Tanrı’yla eşitlenmesi nedeniyle “Hatti Ülkesi” adı verilen Andolu’yu işgal etmeye çalışan kavimler, Anadolu Tanrısı Hızır’ı ölümsüzlük suyu içen bir peygamber olarak kamufle ederek  evrenin kendi varlığından soyut başka bir varlık tarafından yaratıldığı tezini ortaya atmış; Firavunlar gibi Rubaum Rabbium (büyük kral) sanlı tanrı krallar, Nil’den Fırat’ın doğuş kaynaklarına uzanan toprakları “Tanrıdan vaat edilmiş kutsal topraklar” ve Hurili Cennet ilan edip, işgal hedeflerine koymuş, Musevi, Hiristiyan ve İslamcı topluluklar Firavunlara ait bu vaadi Allah’ın emri algısına oturtarak kullanmış, bu temelde geliştirilen siyasi tasarım ve düzenekler eşliğinde  ana yurdumuz  dört bin yıldan beri kuşatma, işgal, katliam, kültürel karartma, yağma ve talan eylemlerine maruz kalmıştır. Hititler Dönemi Anadolusunda Fırat –Dicle arası topraklar; Hurrili halkın adıyla Hurili Cennet ilan edilmiş, Sümerlerin yedi büyük tanrısından dolayı Yedi Kızılbaş’ın Yurdu olarak da  bilinen topraklar Siyasal İslamcı İşgaller sürecinde “Yedi Kızılbaşı öldüren cennete gider, Hurileri alır” fetvalarıyla işgal ve katliamlara sahne olmuştur.

            Anadolu-Mezopotamya’nın işgaline yönelen her halk, öncelikle tarihi bellek işlevi gören  kültürel mirasın tahribi ve yağmasına yönelmiş, evren ve doğa temelli ilahi kültlerin yok edilmesi amacıyla Tevratla başlatılan put ve ikona kırıcılık eylemleri Musevi ve Hıristiyan topluluklarca sürdürülmüş, bir taraftan Anadolu’daki kültür ve sanat akımlarının ana damarları kesilirken ,diğer yandan da Anadolu   uygarlık birikimi Finike, Hellen, Roma ve Bizans üzerinden Avrupa’ya sağılarak batı uygarlığına hayat verilmiştir. Bu akımlara son kertede eklemlenen Siyasal İslam Döneminde ise Anadolu’daki çoğu külliyelerden oluşan kült yapıları ve tapınaklar yıkılmış, kütüphaneler yakılmış, çoğu tanrı makamları İslam adına savaşan eren ve evliya türbeleriyle kamufle edilmiş, resim,heykel gibi sanat akımları yasaklanmış, kökleri Göbeklitepe, Çatalhöyük , Nevali Çori ve akabindeki Anadolu Uygarlıklarına  uzanan kozmik ve dünyevi yaşama konu kabartmalar ve ezoterik sembollerle bezeli evreni ve onun bütünsel algısını yansıtan bellek niteliğindeki Hakk Kentleri ve E’.GAL denilen saray ve   bağlı olarak idari,sanatsal ve kültürel işlevlere konu çok işlevli Külliye yapılaşması geleneğine  son verilmiştir.

            Başta Anadolu-Mezopotamya olmak üzere Ortadoğu’da 250 yıldır sürdürülen arkeolojik kazılardan elde edilen verilerin çoğu başta  İstanbul-Bağdat Demiryolu sürecinde ve ardından günümüze dek süren yabancı kazılar ,özel müzecilik ve kaçakçılık eylemleriyle  Avrupa’ya taşınmış, Alman, İngiliz, Fransız, Avusturya ve Amerikalılarca pay edilen kültürel mirasımızla Anadolu Uygarlıklarının gizemleri kavranmış, halkımızın, Anadolu’yu ve üzerindeki kültürel mirasını sahiplenmesini engellemek amacıyla Fransa’da örgütlenen İttihat Terakki Partisi eliyle Jöntürkçü-Türk-İslamcı  tarih ve kültür politikaları dayatılmış, Anadolu halkları ve kültürünün Orta Asya kökenli olduğu algısını yaratan kültür ve tarih yazını eşliğinde Alevi kökenli Hitit ve Sümer halkı Orta Asyalı Türk İlan edilmiştir.

            Anadolu-Mezopotamya topraklarında birer Külliye etrafında Komün-ü Ali niteliğinde  kurulan Hakk veya Rıza  Kenti geleneği  ve Varlığın Birliği’ne dayalı  Komünal kültürüyle Anadolu topraklarını vatan edinemeyeceklerini bilen halklar, insanın ateş, su, hava ve topraktan oluşan Adem-Havva temelli bir varlık olduğuna değinmekle birlikte,Tanrı’nın toplumları farklı kavimler halinde yaratığı iddiasıyla, toplumsal ölçekte ötekileştirme, bölme ve ayrıştırma politikalarına dayalı güncel ırkçı-bölücü yapılaşmanın temellerini atmışlardır.

            Dünya insanı beyaz, siyah ve sarı derili temelde Kokozit, Negroit ve Mongolit guruplardan oluşmuş, ancak Semavi ad edinen dinler sürecine değin dünyada ırkçı akımlara rastlanmamıştır. Osmanlıyı  yıkan küresel güçler, ortak askeri güçleriyle kontrol  altında tuttukları Ortadoğu’daki kadim dünya halklarını, ırkçı-milliyetçi Ulus Devletlere hayat veren yeni adlar altında parçalamış, her halk için ayrı ayrı sanal atalar, sanal toplumsal kimlikler ve tarih yazını oluşturulmuş, sonuçta bu temelde dünyada giderek artan nüfüsun ulus devlet modeliyle küçük taşeronlar halinde kontrol altında tutulmasını sağlayan yeni sömürü düzenine hayat verilmişitr.

            Anadolu Uygarlıklarının kesintiye uğratıldığı dönemden itibaren dünyamız, yaklaşık 2500 yıldan bu yana semavi ad edinen dinlerin egemenliğine girmiştir. Bu dinlerin özellikle doğmalarla başlayan, nesnel gerçeklikten uzak, tamamen doğa ve mekan ötesi gücün etkin kılındığı inançsal öğelerle donatılmış olan ve insanı kendi gerçekliğinden koparan “vahiy” temelli  değerlerin egemen kılındığı bir sürece girilmiştir. Dünyayı kuşatan söz konusu dini dogmalar,işgalci deneyimleriyle günümüzdeki küresel gücü bizzat yaratmış, bu olgu Anadolu’ya da egemen olmuştur. Bu gücün 4 bin yıldır kuşatma altında tuttuğu ortak ana vatanda, işgal, sömürü,talan ve katliam politikaları yeni yöntemlerle sürekli güncellenmiş, sonuçta Ortadoğu Küresel güçlerce tasarlanan BOP eşliğinde yeniden işgale başlanmıştır.

            Anadolu-İran, Irak, Suriye, (H)Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan  halklarının çoğu Anadolu Uygarlıklarının evrensel ölçeklere ulaşmış kültür ve uygarlık değerlerini de özümseyen kendine özgü kültürel  ve demografik yapılarıyla ortak  bir  geçmişe  ve kader birliğine sahip oldukları halde, bölgede yüzyıllardır süren işgalci sömürü düzeni ,dinci ve ırkçı yapılaşma nedeniyle ortak bir dayanışma, yaşam ve savunma anlayışı geliştirememiş, bu nedenle de AB-ABD ,RUSYA ve ŞANGAY gibi küresel kamplar karşısında savunmasız kalmışlardır. Nitekim 1963 Ankara Antlaşmasının üzerinden 61 yıl geçmesine rağmen AB ile ABD işgal ve sömürü hedefindeki Türkiye’yi bilinçli olarak birliğe dahil etmemiştir.

            Ortadoğuda sürüp giden inkâr ve imha politikaları, kendi diyalektiği içinde gelişen karşıtlık içinde, her ülkede  ırkçı, gerici yapılaşmaları körüklemiş ve bu durum binlerce yıl içinde oluşan halklar arası dayanışma ve birlikte yaşam bağlarını zayıflatmıştır. Bu anlamda Türkiye’de de  Türkün Kürdü İnkârı,Türk ve  Kürdün Alevi –Zaza halk varlığını  inkârı,Siyasal İslamın varoluşsal kökleri evren ve doğaya, tarihi  kökleri Göbeklitepeye uzanan kadim Anadolu Aleviliğini , Alevi Halk,tarih ve kültür varlığını inkârı,  Alevi İslamcıların Ezel Ahir Ali’yi Arap Ali’ye asimile ederek gerçeği  inkarı gibi tutumlar, Anadolu halklarını ayrıştırıp, farklı kutuplar içinde örgütlenmeye,  bölünüp  parçalanmaya  ve karşıtlık içinde  yaşama itmiştir.

            Bölgemizdeki mevcut siyasi ve kültürel yapılanma, yerli haklardan  herhangi birine siyasi konjüktüre bağlı süreçlerde taşeronluk dışında bir rol önermediği gibi, “halkların kendi  kaderlerini birlikte tayin etme hakkını”da  tanımamakta, sonuçta bu durum,“Hint-Avrupa Kültürü” adıyla güncellenen alt yapısıyla yeniden hayat bulması arzulanan “ Büyük İskender İmparatorluğu” ve BOP gibi öncelikle Anadolu-Mezopotamya’ nın, ardından diğer ülkelerin işgalini ön gören temel bir tasarıma hayat vermektedir.

            Anadolu-Mezopotamya halkları ülkemizde ve bölgede uygulanan ırkçı ,bölücü, ötekileştici ve yağmacı  politikalar karşısında ortak anavatanları üzerinde birlikte var olma mücadelesi vermek yerine, karşılıklı savaşan işgalci birer taşeron durumuna düşürülmüş, ortak yaşama ülküleri çökertilmiştir. Bu nedenle kadimden ortak ana vatanımız ile halklarımızın  kültürel, ekonomik ve beşeri varlığını tehdit eden küresel güce karşı acilen ırklar üstü ortak bir akla, ortak bir örgütlenmeye ve ortak mücadeleye  ihtiyacı vardır.

            Küresel aklın işgal amaçlı lokal, ülkesel ve bölgesel ölçekte geliştirdiği her türden siyasi, kültürel ve ekonomik düzenekler karşısında, kadim halklar uyanışa geçmeli, Anadolu uygarlıklarından kaynaklı, evrensel ölçekte kültürel değerlere dayalı, insan-doğa  merkezli ve bu bağlamda ırklar üstü ortak bir kimlikte buluşarak dayanışma içinde ortak akıl, bilim ve kültür mücadelesine girmelidirler.

            Her halk bu koşullarda tek başına beşeri ve kültürel varlığını sürdüremeyeceğini, kadimden ortak ana vatanın her bir karışı üzerinde diğer halklarla birlikte  ortak haklara sahip olduğu bilinciyle, tek başına özgürlük mücadelesi veremeyeceğini, ırka ve dine dayalı devlet kuramayacağını  ve başkaları üzerinde egemenlik kurma düşlerinden vazgeçmesi gerektiğini idrak etmeli, bu temelde öncelikle  kaynağını Anadolu Uygarlık bilincinden alan çağdaş bir Kültür ve Aydınlanma Devrimi  eşliğinde  ortak  bir siyasi yapılanma süreci içine girmelidir. 

            Alevi-Bektaşi, Ezidi, Süryani, Nasturi, Nusayri, Şemsi, Zerdüşt vb. yüzlerce adla geçmişte “Anadolu -Hatti Güneş Kültüyle” yapılanmış halkların, Seyyit, Dede, Molla, Şeyh ve Seyda gibi unsurların kümelendikleri İslamcı Ocaklar ve Diyanetle ortaklaşa sürdürdükleri  toplumsal yapılaşma ortamında ırkçı ve  gerici yapılaşmadan, baskı, zulüm ve asimilasyondan kurtulmadan özgürleşmesi mümkün değildir.  

            Ülkemizde, din ve ırk sarmalında oluşan örgütlü siyasal yapı, özellikle toplumsal muhalefeti küçültmek için, toplumu dinci ve ırkçı temelde bölüp parçalara ayırırken, halkları da biribirine düşmanlaştıran bir anlayışı körüklemektedir. Egemen anlayış ve yönetenler bu olguyu gündemden düşürmedikleri gibi, bu gerçekliği hakların görmemesi için de özellikle barış ve kardeşlik nutuklarını sıkça kullanmakta ve böylece sınıflı topluma has demokrasi yalanıyla gerçekleri örtmektedirler. Esasında hâkim sınıfların demokrasi anlayışı, küresel sömürülerine meşruluk kazandırmaya dönük siyasi bir uygulamadır. Söz konusu uygulamayla, egemenlere,  özellikle küresel düzenin temel  işgal ve sümürü aracı olan özellleştirme ve özel girişimcilik yoluyla toplumsal yaşam kaynakları ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayalı sömürü sisteminin yarattığı tüm toplumsal eşitsizlikleri ve haksızlıkları gizlemelerine ve üstünü örtmelerine dönük politikalarına hayat verilmektedir.

            Tarihsel süreçte Anadolu insanı ,dünya uygarlık mirasına çok önemli kültürel değerler katmış; ve böylece evrenin varoluşsal yapısıyla, yaşam düzenini kavratan  tarihi, bedii, kültürel ve sanatsal bir bellek oluşturmuştur. Öyle ki, bu topraklar binlerce yıllık kültürel varlıklarıyla insanlığın ortak kültürel belleği konumuna gelmiştir. Söz konusu bu bellek, birleştirici, çekici, üretici, yüceltici, paylaşımcı, adaletli vs. kısacası “insan ve doğa sevgisi” temelli değerleri beslerken; bu değerler de, insanları ve dolayısıyla halkları ve toplulukları kardeşlik duyguları içerisinde bir arada tutmayı sağlamıştır. Bu olgular içinde değişik inanç ve etnik yapıda insanlar ve topluluklar bu topraklar üzerinde binlerce yıl bir arada yaşamayı bilmişlerdir.

            Özellikle son yıllarda gelişen politik ve toplumsal uygulamalar, bugüne kadar iç içe yaşayan halklarımızı  birbirinden ayrıştıran, birbirine karşı düşmanlaştıran, toplulukları din ve ırk temelli inançlarla farklılaştıran anlayışlarla uygulana gelmektedir. Oysa bu durum,onca uygarlıklar yaratmış olan toplumsal yapımıza yabancıdır. Bu yapılanma tarihi belleğimiz   , töremiz ve kültür dokumuzla da uyuşmamaktadır. Dolayısıyla toplumumuzu farklılaştırarak, ayrıştıran ve Anadolu’nun kültürel dokusuyla uyuşmayan dinci ve ırkçı olgular, süreç içinde,siyasal baskıyla kendisini baskın kültür haline getirmiştir. Bu ise, yurdumuzda, kadimden bu yana yaşayan Anadolu halklarını, kendi topraklarına ve öz varlıklarına yabancılaştıran ve adeta birbirini inkâr eden, biri diğerini düşman gören ve işgalci olarak değerlendiren bir konuma düşürmüştür.

            Bugün Anadolu halklarının maruz kaldığı sahte tarih ve kültür politikalarının kaynağı olan küresel siyasetten kaynaklı sorunlar, giderek karmaşıklaşıp içinden zor çıkılır bir hal alması; esasında,küresel güçlerin çok yönlü bunalımlarını aşmak için toplumumuza ve toplumsal değerlerimize daha ince hesaplarla saldırı planlarının bir sonucudur. Ülkemizde, sömüren sınıfla sömürülen halkımız arasındaki bu uzlaşmaz çatışmada, ülkenin “aydınlarına” büyük görevler düşmektedir. Çünkü “Aydın”, halka, yaşanılan gerçekleri yansıtmakla sorumludur. Aydın tavrı da bu olmalıdır. Oysa, son dönemlerde entellektüel olmakla, aydın olmak bir tutulmuş ve entellektüelin halktan uzak tavrı, gerçek aydına olan güveni de sarsmıştır. Bu da “aydının” halktan yana olan düşüncelerini net olarak ortaya koyamamasına neden olmuştur. Böylece “aydının”, dünyasal ve toplumsal diyalektiği tam okuyamaması ya da okuyup da bunu gerçeklikten uzak açıklamaya çalışması sonucunu doğurmuştur. Bu durum da maalesef ülkemizde de büyük sorunların varlaşmasını sağlamıştır.

            Ülkemizdeki en büyük tehlike, özellikle etnik ve dinci yapılanma bağlamında gelişen Siyasal  İslamcı Türkçü, Kürtçü  Partilerle  Alevi İslamcı örgütlerin  ortaya çıkışı ve bunların toplumsal, siyasal etkinlik sağlamalarıdır. Yaşanılan gerçeklik şudur ki; kimi “entellektüel”ler bu yapılanmaya adeta destek bile sunmuşlardır. Türk İslamcı Devlet İslamın yaşatılması adına Selçuklular Döneminden itibaren Alevi halkın arasına yerleştirilen Alevi İslamcı yapılaşmayı Kültür Bakanlığı bünyesinde koruma altına almıştır.Alevi İslamcıların ” Cemevleri İbadethanemiz” sloganı bir bütün olarak evren ve doğa kültüne sahip Anadolu Aleviliğini İslam tarzı dinleştirme girişimidir.

            Özellikle dünyada, 1970’li yılların ortasından itibaren gelişen, post-modernist algının savunduğu, “dini ve etnik bilincin, yurttaşlık ve sınıf bilincinden göreceli daha özgürlükçü olduğu görüşü”  ülkemizde de kimi “entellektüllerce”de savunulmuştur. Bu ise, özellikle son yıllarda,gerek dünya da ve gerekse ülkemiz de yaşanılan toplumsal kaosun temel itici gücü olmuştur.

            Mevcut durumdan kurtuluş ise, Anadolu halklarının,Anadolu Uygarlıklarından kaynaklı kendi tarihsel öz değerlerini esas alan, tarih, evren ve doğanın varoluşsal diyalektiğine uygun düşen, kültürel, politik ve toplumsal bir yapılanmayı öngörmektedir.

            Halkımızın kurtuluşunu sağlayacak siyasal yapılanma, halk arasına ayrıştırıcı nitelikte yerleşen her türlü etnik ve kültürel farklıkları zenginlik olarak görmekten ve herkesin inancını ve etnik aidiyetini kamusal alana dökmeden, kendi içinde özgürce yaşamasından , etnik ve dinsel aidiyetlerin varoluşsal ve değişmez ilahi yasalar olmadığını ortaya koyacak olan birleştirici evrensel politikalardan geçmektedir. Böylece, ayrılıkların öne çıkarılmadığı, ortak evreni ve doğasal kültür ve uygarlık değerlerinin başat konuma getirildiği, tüm post-modernist düşüncelere karşın Mülkün Hakka ve Halka ait olduğu gerçeğiyle ortak ana vatan üzerinde  kamusal mülkiyete dayalı kurumlaşma ve tarihi bilince sahip eşit yurttaşlık hakkının  geliştirildiği,pozitif bilime dayalı öğrenim,eğitim ve  üretim ekonomisinin egemen kılındığı, adalet duygusunun yerleştirildiği ve hâkim kılındığı, kaynakların adilce pay edildiği, toplumsal etiğin geliştirildiği, yurt, nesil, kültür ve uygarlık temelli ortak toplumsal değerlere ve ekonomik yaşam kaynaklarını ortaklaşa sahiplenmeyi gerçekleştirmek gereklidir. Bunun için de, kadimden bu yana bu toprakların ürettiği ve insanı insan kılan en üst değeri ve içeriği olan Kamil İnsan ve Kamil  toplum temelinde ; Yurduna,Diline Nesline ve Ekonomisine sahiplemeyi öneren “Eline, Diline ve Beline;” ayrıca “Aşına, Eşine ve İşine” düsturunun etkin kılınması; ve “BİR, İRİ ve DİRİ olalım” ilkesinin, yaşamın pratiğine uygulanması ve böylesi etik değerlerin yerleştiği bir toplumsal anlayışın egemen olması sağlanmalıdır. Ancak bu değerler, toplumu birleştirebilir ve halkları ortak değerler etrafında bir araya getirebilir.Bizler buna evren ve doğanın varoluşsal dokusu gibi “Varlığın Birliği” ilkesine dayalı olarak  ”çeşitlilik içinde birlik” diyoruz.

            Dolayısıyla, keder de ve kıvanç da birlik olmayı, her konuda tam eşitlik sağlamayı, kadimden bu yana gelen ortak ana vatan üzerinde, barış içinde birlikte yaşayacak toplumsal bilinci oluşturmayı hedefleyen ve esas amacı bu toplumsal belleği yaratmak olan bir siyasi ve toplumsal yapılanmaya ve bu yapılanmayı sağlayacak ve halk tarafından kolayca anlaşılabilecek olan bir programa gerek vardır.

            Bu program da kullanılacak dil ve üslup çok önemlidir. Çünkü söz konusu program, toplumun ortak dilini, Anadolu’nun ortak kültürel hafızasını yansıtan olmalıdır.

            Bu nedenle, bizler tüm bu siyasal ve toplumsal bilinci önceleyen bir anlayışla bir araya geldik ve bu birlikteliği simgeleyen “VARLIĞIN BİRLİĞİ” İlkesine  dayalı Anadolu Uygarlığını temsil eden Hatti Güneşi Logosu altında ANADOLU UYGARLIK HAREKETİ  ismiyle yola çıkıyoruz.

            Çünkü “Varlığın Birliği” düşüncesi, parçadan bütüne, bütünden parçaya giden ve her şeyin her şey de bulunduğunu ve evren de, biri birinden kopuk hiçbir şeyin olmadığını savunan ırklar üstü bir evrensel yasayı içermektedir.

            Bizler de bu görüşü savunmaktayız.

            Bu bağlamda savunduğumuz görüşler, siyasi ve toplumsal düşüncemizin de temel değerlerini yansıtmaktadır. Topluma ve siyasete bakışımızın şaşmaz temel ilkesi “Varlığın Birliği” ilkesidir.

            Uygarlıkçı atalarımızın geliştirdiği bu ilke, bizim girdiğimiz yolu ve ortak  geleceğimizi aydınlatmaktadır.

Kemal SOYER , Süleyman ZAMAN , Bekir ÖZGÜR , Aydın DURDU ,Ali AKGÜL

Konuyla ilgilenen samimi ve dürüst canlar-yoldaşlar bizlerle özelden irtibata geçebilirler.Manifestomuz, çalışmalarımız, hareketimizin temel amaçları, ilkeleri ve toplumsal taleplerimiz konuya özel açılacak yeni bir sayfada yayımlanacaktır.