Kemal SOYER’in Kimliği, Semavi Dinler Öncesi Anadolu Aleviliği Araştırmaları ve Alevi-Bektaşi Halk Kimliği Mücadelesi

KEMAL SOYER,HAYATI ,ESERLERİ ve  ALEVİ MÜCADELESİ

Köyüm ,Ailem ,Nesebim,:

Halk olarak köklerimiz ilk insan LULU ve DUMULULU adıyla anılan Sümerlere,Kasit-Lulubi , Hatti, Hurri, Hitit ve Luvilere uzanır.Bu temelde Ata adımız Kal-u Baal ,Kült adımız Hızır Lale oğullarıdır. Varto’da Hızır, “XIZIRE-E LOLA”, aşiretimiz “LOLA”, ailemiz Kal-u Bal oğulları Qasıma(Kasit) ve Balkıja-Balkusan Boyu adıyla anılıyor. Lulu ve Lulubi halk adı Sümer Tanrısı Enlil ile LULU adlı ilk insan çiftinden , bizim Hızır Bali ve Hızır Lale sanlarımız ise Sümer ve Hititlerin Bin Tanrılı halk sanından ,son olarak Hazzi Bektaş- ı Bali’ nin Kadıncık Anadan yol oğlu Hızır Lale Civan’dan kaynaklıdır. Enlil’in Efendi anlamına gelen Bel ile Belum sanları Bali, Balım ve Veli formuna girmiştir.

1954 de,Vartoda Hamurpet Gölü,Hazır Baba,Qoli Baba,Hebi Baba, Mezulla,Runda ve İskender Köyüne gözcülük yapan Şehide Bale Lola adıyla bilinen yedi Tanrı Makamıyla çevrili İskender Köyünde doğdum. Babam EVDAL Amcası oğlu Usuw ile birlikte Değirmenci ,rençber, taş ve ahşap işlerinde sanatkar, anam  Hınıs/Kaniş QERRİ’alı (Alikiri) bir Şadi.Ev hanımı ve tefkır, yani Hak kelamıyla halı- kilim dokuyan bir dokumacıydı.Şadi kavramı ,dağ ve Güneş anlamına geliyor.Babam ve kuzeni Usuv ömürleri boyunca dayanışma içinde yasadilar.Babam 1967de Hakka yürüdü. Ben o zaman 11 yaşımda idim .Ailemize en büyük Abimiz “Hüseyin Karadağ” sahip çıktı.Van Ernis Köy Enstitüsü mezunu Öğretmen ve Varto’da Halk Eğitim Müdürlüğü görevinde bulundu.2000 yılında hakka yürüdü.Amca oğlu Mehmet Çınar ise Dicle Öğretmen Okulu mezunu idi .Eğitim ve oğrenim yolunda bize ışık oldular.

Babamın adı EVDAL iken nüfusa Abdullah olarak kaydedilmiş ve iki kez evlenmiş. Hakka yürüyen ilk eşinden bir oğlu beş kızı, annemden üç oğlu dört kızı olmuş. Anasının adı göksel göze ve çeşme anlamına gelen ENİ idi.Eni’nin babası Memed’in lakabı Pervane Külahlı “Periquluq Memed” idi. Babamın tek erkek kardeşi Ali 1946 da Hakka yürümüş, çocukları Cemile, Fadime, Esmer’le aynı evde büyümüştük. Babamın kız kardeşleri, Gule (Gül), Hewes (Havva-Siu), Mesina (Masanni) ve Reşe (Ereşkigal-Reşıqe) , kızları Hore, Gülnaz, Kıbriya, Kewi, Xeriya,Delal, Esliya,Xezal ve Saniya’dır.Dedemin  adı USUW idi.Usuw adı, , Dersim’in eski adı İSSUWA gibi Tanrı Teşub.Ba yani Hacı Bektaşı Veli diye bilinen Bektaşi Baba’dan geliyor.

Aşiretin Selçuklu Dönemi Lideri Baba İlyas-ı Horasani’ in halifelerinden ,Karaman Devletinin kurucusu olan Nure Sofi Baba .Anadolu Alevileri ile Selçuklular arasında 1240 da yaşanan Malya Ovası Savaşından sonra aile  Toroslarda Tanrı Ata “Hadada BAL”in  adını taşıyan BALKİ Dağı (Bolkar-BOLKA), Külek Geçidindeki Lolan Kalesi, Ulukışla LOLUA ve Hititçe LALANDA adıyla bilinen Karaman’dadir.Nure Sofi Aşireti ve Malya savaşından kurtarıp getirdiği Baba İlyasin oğlu Muhlis Baba ile birlikte Balkusan adlı köye yerleşir.Koruma altına alınan Muhlis Baba Mısır’a eğitime gönderilir. Balkusan’a geldiğinde o da Nure Sofinin oğullarını eğitir ve süreç içinde Karamanoğlu Devletini kurarlar. Balki Aşiretinden atalarımız Malya Ovasında Selçuklular, Araplar ve Kürtlerce katledilen Alevi şehitleri için o zamanki adı Hacımköy olan Hacıbektaş’ta Dergah açıp yas törenleri düzenlerler. Karamanoğullari ve Dulkadir Beyliğinin desteğiyle kökleri Hititlere uzanan Hacı Bektas Veli Dergahı yeniden düzenlenip açılır. Fırtına Tanrısı HADADA BAAL’ın adıyla Hüdadat Bali, Hitit -Luwice Baba Datta adıyla Babadat ve Hitit krallarının Murşili adları gibi Mürsel Bali oğulları adıyla anılan ailemiz Bektaşi Dergahında Tanrı Sarumma Baal’in kült adıyla Postnişin olurlar. Bektaşi Dergahı Sümer ve Hitit kültleri üzerine kurulu bir Tanrı Makamıdır. Bu konu bilimsel bir yayınla ortaya konulacaktır.Hünkar Dergahında Horasan Erlerinden Resul Bali, Mürsel Bali ve ikinci Pir olan oğlu Balım Sultan ( Hızır Bali- Hızır Lala – Xızır-e Lola) ) ve İskender oğlu Kalender Çelebi atalarımızdır. Hacı Bektaş’ın ak sakallı sıfatı ve varoluşsal temelde bir kült kavramı olan Kal-u Baal ( Kal-u Beli) adıyla yaşayan ailemiz Kalender Çelebinin şehit edildiği 1527 yılına dek Dergahta Babai ve Çelebi sıfatıyla görev yapmışlardır. Selçuklular, Kürtler ve Bizans’ın Malya Ovasında şehit ettikleri altı bin Alevi için her yıl düzenli olarak yas törenleri düzenlerler. Yüzlerce yıldır düzenlenen yas törenleri siyasal İslamcı kadrolarca Hazi Bektaşi Bali’nin ölüm yıl dönümü şenliklerine çevrildi. Bu yolla Alevilerin zihinlerinde diri olarak yaşayan Hünkar, ölümlü bir varlık haline getirilmek isteniyor ve bu konudan bi haber olan sözde Alevi örgütleri de şenliklere destek veriyor.

Dergahta Hüdadatli ( HADADA), Babadatli ,Murselli( Murşili) Çelebi, Hızır Lale, Hızır Bali , Kalender ve Sarruma Bali’ gibi adlarla anılan atalarımız Hitit ve Sümer tanrılarının adıyla Anadolu Mexopotamya Alevi – Bektaşi Kültüne yeniden hayat vermişlerdir. İskender oğlu Kalender Çelebi’nin, (Kalender-i İskender) 1527’de Sarız’da Hakka yürümesiyle Osmanlilar Dergahı ele geçirirler. Bu süreçte Dergahta görevli Bektaşi Babası olan dedemiz “Ehli Sarumma Bal” Dersim’e Harsiya Lolu Köyü karşısındaki Yukarı Abbas Zımagı (ABZU) denen Boğalı Dağı’na sığınır. Takipteki aile Yavuzun Çaldıran Savaşı sürecinde Bingöl KARER’e sığınan Lolan Aşireti’nın bulunduğu Başköy’e bağlı Lolan Mezrası’na gizlenir. Kanuni Iran seferinden döndüğünde ordusuyla Varto yakınındaki Kargapazarı düzlüğünde kamp kurar. 1534 -35 Irak seferinde Kerbela’ya Hüseyin’in Makamına uğradığından duyguları değişmiş olan Kanuni yol üstündeki Alevi Aşiretlerine dokunmaz. Bu haberin duyulması üzerine Dersimden gelen Lolan Aşiret reisi Bal Ağa Kanuni’ nin huzuruna çıkar ve Varto’yu Ocaklık ve Yurtluk olarak ister. Varto, o tarihten günümüze Lolan ve Hormek Aşiretlerinin son durağıdır. Irmaklarıyla Cennet’in merkezi olan bu kutlu yurda kaç gelip kaç gittikleri bilinmez. Ancak, Bingöl Dağı ve çevresinin kadimden Ata Tanrı Kültüyle Horasane XIZIR QAL , HIZIR LALE ve MELÜL BABA (Enlil) Ziyaret adıyla anıldığı biliniyor. BAL Ağa ve oğlu Qali Dergahtan gelen Ehli Sarumma Baal ile birlikte Hitit ve Sümer adlarıyla Qur’e İnallı Tepesine sırtını veren Leylek (LOLA) ,Taşçi (Hattuşa-XIDIJA), Tanrı Enlil’in Dağı Kurkurra adıyla Xerqerute ,Hitit Şehri Tapigga adıyla Dapaq Köylerini kurarlar.Aşiret reisi Bal Ağa Taşçı (Hataşşi) adlı köyde Hakka  yürür. Evli ve çocukları olan Oğlu Qali de Taşçı’da kalır ve ileri yaşta orada Hakka yürür.

Yavuz, Kanuni ve IV.Murat Dönemleri Alevi Bektaşiler için kan revan sürecidir. Ancak Kanuni’nin verdiği Ocaklık Hakkını güvence edinip “Cümle kalsın yol kalmasın ve Yol Cümleden uludur” diyen Ehli Sıreman-e BEĞDEŞİ BALİ, Bektaşi Halifesi kimliğiyle Xelefan adını verdiği Köyde Dergahını açıp,bahçesine bir kuru dal diker ve o dal yeşerir.Bu Bektaşiliğin kuru asa dikme ve köseği atma remzidir. Dergah açılınca IV.Murat’ın revan seferi sırasında Dersim, Erzincan yöresindeki bir kısım Lolanlı ve Xormekler de Varto’ya gelirler. Nazımiye-Pülümür adeta boşalır. Anadolu Alevilerini İslamlaştırma göreviyle Selçuklu Döneminde Dersime girdikleri bilinen Abbasi kökenli bir grup ile Balaban ve Çarek Ağalarından bir grup Varto’da açılan Dergah’a baskın düzenlerler. Dedemiz Sarru Baal (Ehli Sıreman-e Beğdeş-e Bal-i) esir alınır. Dergahta bir hafta direnir, baskını yapanlar büyük bir sini üzerine koydukları “Gırde” denilen çöreği Qali Ağa ile Dergaha gönderip, yerine Bektaşi Külahını isterler.Bu davranış, yaşamak istiyorsan Külahı indir anlamındadır ve bu bir taht ile baht savaşıdır. Başından Bektaşi Külahı alınan Sıreman Hamurpet Gölü kenarındaki harabe köye sürgün edilir. Köye Dergahtaki ataları ve ezeli kült adları da olan İskender-e Kalender adı verir. Varto , Doğu ve Batı Lolan diye ikiye pay edilir. Xelefan Köyündeki Hanemiz hala “Çe Sıreman-e Beğdeş-i“, yıkılmış Dergahın yeri de Şehid-e Bal’i adıyla anılır. Xelefanli Hewedi ve Tekin Aslan kardeşler bizlerle birlikte Sireman- e Beğdeşi adıyla ata adımızı sürdürürler . Sarumma Bekteş Bali adları Hacı Bektaş Kültünün dayandığı Tanrı Enlil’in Baal ve Belum sani ile Resul Bali ve Yoloğlu Tekkenişin Sarru’nun adlarıdır. Vartodaki Köyümüz hala İskender-i Qalender ve İskender-e Zülkarneyn, köyün ardındaki ziyaret ise Şehide Bali ve tanrı tanrıça temelli Wa-u Bıra denilen LO ve LE adıyla anılır. Soyadı kanunu çıktığında Balım Sultan Lakaplı atamız Hızır Bali’den BAALGA- veya Balkaya olarak bilinen lakabımız talep edildiği halde sadece bir akrabamız (Balkaya) dışında kimseye verilmez. Aile Soyer, Ali amcam Sönmez, amcaoğulları Çınar soyadlarıyla parçalanır. Bu olaylar Hacı Bektaş Dergahı’nda Tekkenişin Sarru- Baal ile son Postnişin Kalender Çelebiden gelen Bektaşi Varlığımızın inkarı ve soyumuzun karartılması amacıyla köyümüze dek uzanan asimilasyon politikasının ürünleridir. Varto’daki son kuşak Lolan ve Hormek Aşireti ezeli atalarıyla akrabadır. Dergah-Külah-Gırde meselesi Aşiretin Hacıbektaş Dergahı Kolundan Sıremen-e Bal’i adı taşıyan Dedemiz ile Dersimden Varto’ya gelen Lolan Aşiretinin buluşması sürecinde yaşanmış bir olaydır. Zira Bal ve Kal adları Anadolu Alevilerinin kült adlarıdır. Ancak Kalender Çelebi’nin Hakka yürümesi ve Dergahın Osmanlıların eline geçtiği süreçte Dergahtan Varto’ya gelen Hızır Lale-Hızır Bali’nin Yol evladı Ehli Sarumma Bektaşi Bali’nin Varto’ya intikal ettiği, Xelefan’da Bektaşi Dergah açtığı ,ancak baskılar altında Ocak İşlevini sürdüremediği konusu halkın da belleğinde yaşayan tarihi bir gerçektir.

Eğitim Sürecim –Doktora Engeli:

Küçükken Türkçe bilmezdik.Abim radyo almıştı.Abimden ve radyodan birkaç kelime Türkçe öğrenmiştim. Köye İstanbul’dan Kemal Özer adında idealist bir genç öğretmen geldi.Evimizde kalıyordu.Ben ona Lolki-Zazaca, o da bana Türkçe öğretti. Okulda ders verirken ona ve öğrencilere adeta tercüman olmuştum.İki yıl sonra  ayrıldığında beni İstanbul’da okutacaktı. Birlikte köyden çıktık, epey yürüdükten sonra köy gözden kaybolunca ağlamaya başladım.Beni geri getirip eve teslim etti. Öğretmen abimin yanında ortaokul öğrencisiyken 1966 Depremini yaşadık.Ben ve onbir arkadaşım Ankara Yapı Enstitüsü’süne gönderildik.Bu okulun orta ve lise bölümünü başarıyla bitirdim.1971 de Trabzon Sürmene Yeniay Belediyesinde Fen Memuru olarak göreve başladım.1974 de Ankara’ya döndüm. Üniversite sınavına girdim ADMMA-Mimarlık Fakültesini kazanmıştım. Topraksu’da geçici olarak çalışıyordum.Çalışma Bakanlığında sınavla memur olarak göreve başladım,1977 sonunda  Kültür Bakanlığına geçtim.Gündüz çalışıp gece okudum.Sonra ilerleyen yıllarda Y.Lisans ve Doktora Programına katıldım. Bakanlıktan birkaç kişiyle birlikte Doktorada Tez aşamasına gelmiştim. Okulda Hoca olmayı hedeflemiş, doktora boyunca öğrencilere seminerler vermiştim.Okulun Akademisyen takımıyla Anadolu Uygarlıkları ve Alevilik konusunda tartışmalar yapıyordum.Tez konum  “İnsan, zaman, evren ve mekan kavramlarının maddi kökeni” olacaktı. Hocalara teklif etmiştim. Şehircilik Bölüm Başkanı  Sorbon Edebiyat Fakültesi Mezunu idi. Tezimin içeriğiyle ilgili bilgi istediler.Hocaların samimiyetine güvenerek Kent kavramı URBAN’nı Fransızcadan değil Sümerce” URU” ve “BON”dan (bina) geldiği , Sümer ve Hititlerin Türkiyede yaşadığı gibi bir çok  açıklama yapmıştım. Bana “siz bizim apoletlerimizi sökmeye mi hazırlanıyorsunuz” dediler,bunun üzerine geriye dönülmez bir hata yaptığımı, açıklamalarımın derin kadrolara takıldığını anlamıştım. Sonra olanlar oldu.Ani bir Yönetmelik değişikliği yapıldı “Doktora için” üst düzeyde yabancı dil şartı getirildi ve geriye yönelik uygulandı. Dava açtık redettiler. Orta derecede Almancam vardı ve Tezim için Yabancı dil gerekmiyordu. Zira , Sümer-Hatti Hitit uygarlıkları ve dilleriyle ilgili transkripte edilmiş yeterli ölçüde kaynaklar vardı ve ben Tarih boyunca Anadoluda Kent konusunda ders almıyor, derslerde  seminerler veriyordum. DTCF’li Y.Lisans ve Doktora Tezleri incelendiğinde hepsi birbirinin kopyası ve yeni bir şey üretmeyen çoğu dışarıdan intihal ürünü tezler.Ben ise Avrupaya-düzene  kafa tutmuş batının Anadolu’dan aşırdığı kültürel değerlere vurgu yapmıştım.Küresel derin bu girişimi anladı  ve böylece Doktor olmam engellendi. Ben de o hocalara  “Bir gün mutlaka apoletlerinizi sökeceğim” diye yemin etmiştim.Yıl 1998 idi. Ecevit Başbakandı. İstemihan Talay  Kültür Bakanı oldu. Cumhuriyetin 75.nci yılı Kutlama Programları kapsamında “Kültürlerin Belleği Anadolu Afişiyle” Halktan gizlenen gerçekleri açıkladım ,Ağır Ceza’da yargılandım. Şimdilerde Hünkar Dergahında devletin veremeyeceği mertebelere doğru yol alıyorum.

Görevi Sürecim ve Anadolu Alevi Kimliğimle Mücadelem :

1978 de Kültür Bakanlığı Kültür Merkezleri Dairesinde idim.24 Aralık 1978 ‘de Maraş Katliamı gerçekleşmiş,Ülke genelinde Aleviler Dersim Katliamından sonra   gelen bu olayla kez daha sarsılmışlardı. Anadolu gençliği  “Devrimci Örgütlenme” sürecinde idi.Bu beklenmedik olay  Alevi aydınlarını çok özelde Osmanlı’dan günümüze ardı arkası kesilmeyen Alevi  katliamlarını ve Halk kimliğini araştırıp sorgulamaya yöneltmiş, bu süreçde Alevilerin Can ve Mal güvenliği açısından ülke genelinde örgütlenmesi gerektiği düşüncesi öne çıkmıştı.78 Yılında Kültür Bakanlığınca başlatılan Ankara Türk Ocağı Binasının restorasyonu devrimci gençlik fikirleriyle benim de içinde yer aldığım Y.Mim.Mustafa Akpolat, Müh.Cihangir Canbolat ve Ressam Cahit Koççobandan oluşan ekip tarafından yürütülüyordu. Yapının elektrik işlerinin taşeronluğunu  Sivas- Banazlı Murteza Demir yapıyordu.Demir’le tanıştıktan sonra ortak toplantılarda Pir Sultan Abdal üzerinde sohbetlere başladık, Cahit’le ikimiz saz çalıp deyiş okuyorduk.Deyişleri içimizi ısıtıyor, Osmanlı-Selçuklu Dönemi mezalimleri ve Siyasal İslamcı Düzene  baş kaldırısı sohbetlerin ana konusu olmuş, Anadolu halkının Marx,Lenin,Mao vb. yabancı önderlere ve fikirlerine uzak, Pir Sultan’a ise daha yakın oluşu tartışılmış, yeni mücadele sürecinde  onun  önderliğinde örgütlenmemiz gerektiği fikri doğmuştu. Anıt fikri bu tartışma ve sohbetlerden doğmuş, Osmanlının Dara çektiği Pir Sultan Banaz’da -Anadolu’da deyiş ve düvazlarıyla yeniden doğmuştu. Bu hareket sadece Pir Sultan’ı değil onun kişiliğinde Anadolu Aleviliğinin kadim kaynaklarıyla Alevi gençliğin gündemine taşınmasına zemin hazırlamış, bizleri Anadolu Aleviliğinin kökenlerine –Anadolu Sol’a ve  Anadolu  Komünün kaynaklarına yöneltmişti.

Bakan Anadolu kültürüne aşina olan maktül Ahmet Taner Kışlalı idi.  Pir Sultan Anıtı ve Aşık Veysel Evi’nin Müze yapılması gibi iki Proje tasarladık. Heykel Koççoban’a ,Veysel’in Evi bana nasip oldu. Kolları sıvadık, Anıt özel kaynaklarla, Veysel Evi ise TBMM’den verilen ödenekle  uygulandı.Ancak Evin Ahır, Samanlık ve Kilerini Cem Evi olarak düzenlemem üzerine TBMM. Parayı kesti.Yapı yarım kaldı. Pir Sultan ve Veysel toplumsal hafızayı canlandırmış, halk katında Alevi Kimliği-Anadolu Sol Fikri öne çıkmaya başlamıştı. Bu süreçte MHP’li Gün Sazak kimliği belirsiz kişilerce öldürülmüş Ülkücüler tehditkar bildiri yayınlamış, yaklaşık on gün sonra 28-29 Mayıs 1980’de  Çorum’da 57 Alevi kardeşimiz Katledilmişti. Derken, 1980 Askeri Darbesi oldu ve Bakanlığa atanan bir askeri yetkili  beni  Kültür Merkezlerindeki ekipten yalıtmak amacıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne sürgün etti.Bana ceza diye verilen sürgün , gerçekte büyük bir iyiylikti. Artık  Anadolu Alevi-Bektaşi Halkın Kültür ve Uygarlık Tarihinin de içinde yer aldığı Anadolu Uygarlıklarının binlerce yıllık  kaynaklarıyla ilgili birimde idim. 

Topuzlu Baba, Hacı Bektaş Dergahı ve Hititleri Keşfim

1984 Yılında 45 İlden sorumlu Ankara Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü kurulmuş,Bu birime Müdür Yard. ve Müdür Vekili olarak atanmıştım.Beş yıl süren bu görevde Sicilimdeki “Gizlilik dereceli işlerde çalışamaz” kaydını kaldırmadılar,Müdür olarak atanamadım. Ancak Müdürlüğü fiili olarak yürütüyordum.Ayrıca Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Ankara Bölge Kurulu Üyesi idim.1985 te geçici görevle Sivas’tayken Banaza gidip heykeli ziyaret ettim. Beton heykel yer yer bozulmuştu. Oradayken Pir Sultan Evine, Topuzlu Baba Makamına gittim. Banaz’daki Pir’in Evi ile bazı özgün köy evleri Vartodaki evimizle aynıydı.Oradan Kayseri’ye Müzeye -Güpgüpoğlu Konağı’na ,Hattilerin Başkenti  Kaniş’e ,Nevşehir’e ve görmeyi çok arzu ettiğim Hacı Bektaş’a Pir  Dergahı’na gittim. Dergahın Nadar Avlusunda  Üçler Çeşmesi, Altılar Avlusunda  Aslanlı Çeşme, Aş Evi -Karakazanın üzerinde  Geyik Başı vardı .12 Postlu Meydan Evine girince şaşırmıştım. Kırlangıç tavanı Varto İskender Köyündeki evimizin tavanıyla  aynısıydı. Cem Cıvatı aynı düzende yapıyorduk. Meydan Evi’inde  Aslanlı Ocak üzerine asılı taş baskı resimdeki Hünkar, geyik ve aslan tutuyordu.Horasan Postu üzerinde Taht Kılıcı, vitrinlerde gürz başlı asalar, teberler vardı.Duvarlarda  Kazak Abdal-Abdal Musa,Hünkarın tabutunu çeken deve resmleri vardı. Başka bir resimde de bir erenin postu derya üzerinde idi. Bektaşi Babaları  12 Dilimli Zülfikarlı Hüseyni Taç taşıyorlardı.

Ankara’ya dönünce Banaz ve Hacı Bektaş’ta dikkatimi çeken eserlerin tarihi kaynaklarıyla gizemlerini araştırmaya başladım.Aile bilgisiyle Kal-U Beli’den geldiğimizi biliyordum ancak,bunu tarihi zeminde ispatlamam gerekiyordu. Zülfikarlı Güneş Taç, Evliya- Eren- Tanrı Asaları,Topuzlu Baba, Pir Makamı Mimarisi ,ezoterik motif ve sembollerle Bektaşi Levhaları beni derinlerdeki tarihi geçmişe kilitlemişti.Akabinde belli aralıklarla Ankara Anadolu  Medeniyetleri Müzesine giderek Hitit Eserlerini inceledim.İlk gidişimde  Taş eserler Salonunu incelemiştim. Malatya Aslantepe ve Kargamış eserleri arasında elinde gürz başlı asa ve kadeh  tutan saçlı-koçlu , Bektaşi Külahlı,geyik ve aslan donlu  tanrı rölyefleri vardı. Müze yetkililerinin verdikleri sınırlı bilgiyle de olsa kafamdaki soruların yanıtlarını tarihi kaynaklarıyla  bulmuştum.

Tanrılar Dağı Nemrut

Yıl 1986  kısa dönem  Askerlik görevimi yaptıktan sonra Adıyaman Nemrut Dağı Anıtları Kazı ve Koruma Projesi için Alman Arkeolog Friedrik Karl DÖRNER’le birlikte Nemrut Dağı’na gittim.Dörner Anadolu’da 23 yıl çalışmış, Türkçe bilen bir Prof.Arkeologdu.Orada Anadolu- Pers-Hellen tarzı senkretik kişilikleriyle Anadolu tanrılarıyla yüz yüze geldim.Daha ilk görüşte dikkatimi çeken şey, Tanrıların Bektaşi Külahlı olduğuydu. Dörner beni Tanrı Külahı gibi yükselen yığma piramidin üzerine çıkardı ve “Burada Kendini nasıl hissediyorsun? diye sordu “Tanrı gibi deyince” Dörner sizinle çok iyi anlaşacağız demişti.Aşağı indiğimizde yerdeki bir tanrı başının yanında durdum dikkatle baktım, Dörner “ne görüyorsun” ?dedi ”Bunun külahı Bektaşi” dedim. Dörner şaşkındı  elimi sıktı “sizi tebrik ederim  ve itiraf edeyim ki,23 yıl boyunca  benimle buraya gelen hiçbir Türk yetkili bu gerçeği göremedi” dedi.Yüreğim kaynamış, divaneye dönmüştüm.Artık Hünkar Bektaş’ın Zülfikarlı Güneş Tacı’nın “ Anadolu’lu Tanrı Külahı” olduğunu,Alevi-Bektaşi Kültü’nün Pers ve Hellen kültürünü de yapılandıran Sümer ve Hititli evrensel bir kültür olduğunu anlamıştım. Dörner Bana Anadolu Tanrıları, Sümer,Hitit ve Hurri Kültleri konusunda çok önemli bilgiler verdi.Alevi Halk kültürüne hakim bilgimden ve dikkatli gözlemlerimden çok hoşlanmış, Nürünberg’de Doktora önermişti.Ancak Dörner restorasyon ve korumadan çok,kazı yaparak Kral odasına ulaşmak istiyordu. Teklifini Reddettim.Doktora olanağı da böylece yitip gitti.

İstanbul Bağdat Demiryolunun gizemi.

Aynı yıl Kültürel Değişim Programı kapsamında Almanya’ya giderek bir ay süreyle Müzeleri gezip , Anadolu’dan kaçırılan kültürel mirası görme olanağı buldum.Dönüşümde Bakanlıkta düzenlenen seminerde inceleme ve gözlemlerimi anlattım.İstanbul-Bağdat Demiryolu Projesinin sanayileşen Avrupan’nın Büyük İskender Projesi hayaliyle Anadolu ve Mezopotamyayı işgal,petrol ve maden kaynaklarını ele geçirme ,toplumsal sömürü , Anadolu  Kültür Mirasının yurt dışına kaçırılması  ve kökleri Sümerlere uzanan Anadolu Alevi Halk bilincinin karartılması amacıyla uygulandığını ısrarla vurguladım.Bu demiryolu geçirileceği güzergahlara paralel 25’er km içinde kalan tarihi eserlerin Avrupa’ya taşınması karşılığında bedelsiz olarak yapılmış böylece Anadolu kazılarak soyulmuştu.

Alevi Bildirgesi ve Ekram AKURGAL’la görüşmeler

Yıl 1989 idi. Bazı yazarlar ve sanatçılar güya Aleviliğin devlet katında değer görmesi amacıyla(!) hazırladıkları “ALEVİ BİLDİRGESİ”nde Alevileri-Aleviliği İslam olarak tanımlamışlardı.Bu bildirgenin altında   Aziz Nesin ve Yaşar Kemal gibi yazarların  da imzaları vardı.Nesin daha sonra Sivas katliamının gerekçesi yapılacaktı.Bu bildirge nedeniyle onlara çok kızmış ve düzen kalemşörleri demiştim.Bu işte kasıtlı bir durum vardı.Alevileri İslamla kurumlaştırıp bitirmek istiyorlardı.Konuyu  Ankara Augustos Mabedi Koruma ve sağlamlaştırma Projesinde birlikte çalıştığım Ord.Prof .Dr.Arkeolog Ekrem Akurgal’a açtım.Üç ay süren çalışmada kendisine Anadolu Uygarlıkları ,Hititlerle bağlantılı olarak Alevi ve Kürt kimliğiyle ilgili sorular sordum ancak o daha çok sen neler biliyorsan bana  anlat diyordu.Hitit ve Sümerlerle bağlantılı gelenek, görenekler,dil ,ritüeller ve  Bektaşi Motifleri üzerinden yaptığım aktarımlar üzerine bir gün bana Kürtler ve Ermeniler Balkanlardan geldiler, Alevilerle ilgili gerçeği de zaten biliyorsun, soru sormana dahi gerek yok, Hititler ve Sümerler Anadolu’da yaşamaya devam ediyorlar.Devletler yıkılır ancak halklar yaşamaya devam eder.Ancak, ben Alevilerle ilgili konuları Devlet Politikası nedeniyle açıklayamam demişti.

Araştırma –İnceleme ,Proje ve Uygulama kapsamındaki Yurt Gezilerim

86-1992 arasındaki görev sürecinde  GAP Bölgesi Samsat,Çayönü, Nevali Çori, Antep-Şanlıurfa-Yesemek Heykel Atölyesi –Konya Eflatunpınar, Efes, Afrodisias gibi bir çok yerde proje, uygulama, araştırma görev ve gezilerine katıldım.Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Harald Hauptman, Samsat’ı kazan David Frenç, Afrodisiası kazan Prof.Kenan Erim’le tanışmış sohbetlerde mesleki bilimsel deneyimler edinmiştim.92’de Ana Tur Güzergahları üzerinde Mola Noktaları Tesisi Projesi kapsamında Edirne, Tekirdağ,Çanakkale, İzmir, Muğla ,Antalya, Mersin, Adana ,Şanlıurfa, Gaziantep, Diyarbakır, Elazığ, Kapadokya ,Ankara güzergahını üzerindeki tarihi ve turistik alanlarda bir ay süren  gezi ve inceleme olanağı buldum. Artık Anadolu’yu ,bu topraklardaki binlerce yıllık kültür mirasının zenginliğini, evrensel boyutlarını , tarihi katmanlarını ve bu katmanlardaki Alevi-Bektaşi Özü ve ruhu  biliyordum.  

Abdal Musa Dergahındayım,

Anadoluyla dolu belleğimle araştırmalara devam ettim. 1992 de Antalya Elmalı Abdal Musa’ya gittim. Dergahtan sorumlu Rahmetli Hüsnü Ehtiyar beni Dergah ve Sultan’la ilgili bilgilendirdi.Birçok destan, mit ve motif aktardı.O, törenler çok kalabalık oluyor büyük Tören Alanına ihtiyacımız var demiş,bense   ona Kültür Merkezi yapma  fikrini açmıştım.Bakanlığa baş vurmasını ,Projeyi benim yapmamı önermesini sağladım, aynı yıl  Kültür Merkezi ve 2500 kişilik Anfi Projesini yaptım ve Fikri Sağlar’ın onayıyla  93’ te temeli atıldı.Bu süreçte Dergah ve  Müzeye  kaldırılan eserlerle Anadolu’nun büyük Ereni Abdal Musa Kültünün gizemlerine ulaştım. Hünkar’ın “Genceli’de Genç bir Ay gibi doğam, adımı Evdıl Musa diye çağırtam- anlamında Lol diliyle “Ez Genc Ali ‘de ze Aşma neuye beri dünya,Name Xo Evdıl Musa bıdi vatene “sözünün gizemine vakıf oldum. Geyik Donunda gezen ,dağları yürütüp durduran Abdal Musa,Aş Kazanının Başındaki Geyik, Hünkarın kolunun altındaki Geyik, Sıhhiyedeki Geyik vb. Bektaşi Geyik Kültü  ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesindeki Hatti Geyik Protomlarının evreni ve içsel anlamlarını anlamıştım.Bu deneyimlerden sonra Anadolu ve Horasan Erenleriyle Dergahların  Sümer, Hatti,Hitit ve Hurri Tanrı Kültlerini temsil ettiklerini biliyordum ,ancak kamuoyuna,  topluma açmaya cesaretim yoktu.Ev-bark-çoluk çocuk geçim-eğitim sorunları ve üst makamlara yönelik hedefimin önünde Türk-İslamcı yapısıyla devlet vardı. 80 darbesinden sonra sicilime “Gizlilik dereceli işlerde çalıştırılamaz” şerhi konulan ve bu nedenle kimi çevrelere göre “Kürt-Kızılbaş ve Komünist” damgalı bir yurttaş idim.Halbuki benim tüm amacım ülke ve halkımın gerçekleri ve Anadolu Aydınlanması idi.Bir müddet daha sabretmem gerekiyordu. Erdal İnönü Başbakan yardımcısı, Fikri Sağlar Kültür Bakanı olmuştu. Bakanla  görüşüp Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü görevi istedim.Beni altı aylık memur iken Müsteşar yardımcısı yaptığı  Nebahat Tüysüzoğlu’na yönlendirdi. İncinmiştim, sert tepki verdim, bunun üzerine Ankara Atatürk Kültür Merkezinde iki yıl ikamete tabi tutuldum.

Pir Sultan Şenlikleri-Sivas Katliamı

Pir Sultan Abdal Dernekleriyle bağım sürüyürdu.Kafamda Pir Sultan Abdal  Heykelinin Çevre Düzenlemesi kapsamında Anfi Tiyatro ve Birlik Meydanı Projesi vardı. Murteza Demiri  yönlendirdim. Arsa tahsisi yapıldıktan sonra Fikri Sağlar’a projeyi benim yapmam gerktiğini Murteza aracılığıyla ilettim. Bakan Çağırdı, görüştük.Gereken para bulundu ,Projeyi yaptım ve aynı yıl içinde uygulandı.O yıl Yurtdışı ve Anadolu genelinde katılımcılarla büyük bir şenlik planlanmıştı.Şenlik öncesi alt yapı Anfi Tiyatro, Meydan, otopark, Su vb. alt yapı hazırdı. Dernek Şenliği Banaz da planlamıştı,sonradan İl merkezini de eklediler. Hesapta yokken şenliğe Aziz Nesin’in katılacağı açıklandı. Bunun üzerine yerel gazetelerde  “Sivas Aziz’e mezar olacak” haberleri çıkmış,bu konuda toplantı talep etmiştik.Alevi Derneklerinden katılımcıların bulunduğu toplantıda Sivas ve Aziz Nesin konusu tartışıldı, Hacı Bektaş Vakfından Ahmet Şahin’le birlikte Şenliklerin Sivastan Banaza kaydırılması ve Nesin’in çağrılmaması gerektiği yönünde  görüş belirttik,ancak Ali Balkız,Necati Yılmaz ve Murteza Demir ısrarlıydı. Programı tasarladıkları gibi açıkladılar. Programda Fikri Sağlar da vardı ve  İl merkezindeki Heykelin açılışını yapacaktı. Şenlikten beş gün önce Bakanlık adına görevli olarak Banaz’a giderek son hazırlıkları yaptım. Banaz’daki programda Pir Sultan’ın Kimliği  ve yapılan işlerle ilgili bir konuşma yapacaktım. Her nedense   Bakan SAĞLAR şenliğe gelmedi. 2.Temmuz 1993 te Sivasta 33 Canımızı ve iki otel görevlisini yakan Katliam yaşandı. Şenlik günü Sivasa indim. Buruciye Medresinde Pir Sultan Tiyatrosu sahnelenmişti. Murteza Demir kapıdaydı.Erdal Sabancılar’la birlikte ona Kale Mescidini ve oradaki cemaatin taşlarla hazır beklediğini söyledik, ancak Murteza Vali tüm tedbirleri aldı ,bir şey olmayacak dedi. Oradan  Kültür Merkezine gittik, kısa bir süre sonra  saldırıya uğradık. Büyük mücadele sonunda oradan kurtulduk, Vilayet  Meydanına geldiğimizde Madımak saldırganlar ve askerlerce sarılmıştı. Öldüreceğiz dedikleri (!)Aziz Nesin’in  itfaiye merdiveniyle camdan alındığına şahit olduk.Otel yakılınca saldırganlar bulunduğumuz yönde hareket ettiler, oradan hızla uzaklaşıp Kongre binasının arkasına bıraktığımız araçla Banaz’a gittik.Otel yakılırken Gençlerle sanatçıların otelin üst katına hapsolduğunu,  dernek yöneticilerinin tümünün Arif Sağ’la birlikte  BBP Binası içinden dışarıya çıktığını Aziz Nesin’le Murteza Demir’in Sivasın dışına çıkarıldığını iki gün sonra öğrenmiştik.

Ankara Dikmen Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Merkezi

Olaylar durulmaya yüz tutarken Aleviler hızlı bir STK’lı örgütlenme sürecine girdiler. Murteza Demir ve ekibi katliamdan sonra 2.Temmuz Vakfını kurmuş, Cahit Koççoban’la şahsen talebimize rağmen bizi üye yapmamıştı. O yıl,Bakanlıkta 1983-1993 yılları arasında kazılarak açığa çıkarılan Nevali Çori Tapınağına benzer özellikler taşıdığı tahmin edilen Göbeklitepe tartışılıyordu. Manyetik rezonansla toprak altı görüntüleri alınan Göbeklitepe yapıları kaba taslak belirlenmişti.Kazı sonuçları sempozyumunda Alman Arkeoloji Enstitüsü Harald Hauptman konuyla ilgili bakanlıkta açıklama yapmış ben de ona Nevali Çori ve Göbeklitepe Alevi Tapınaklarıdır demiştim.Daha sonra ilk kazıda ve 2003 de Göbeklitepeyi incelemiş Klaus Schmidt’e Alevi Kültürüyle ilişkisini anlatmış, onun Obsdiyen yatağı Bingöl Dağı’nı sorması üzerine Bingöl Dağı ve Cennetin ırmaklarının kaynağını anlatmıştım.Bu konuların gündemde olduğu süreçte kafamda Anadolu Alevi Tarihine yönelik bir Alevi Kültür Merkezi fikri vardı.1992 de kurulan Ankara Hacı Bektaş Veli Kültürünü Tanıtma Derneği Cem Evi yapmak amacıyla  bir yemekli toplantı düzenlemiş, Av.Hikmet TEPE’nin  davetiyle ben de katılmış ve Kültür Merkezi Yapılması Durumunda projesini bedelsiz yapacağımı açıklamıştım. 1993 baharında arsa alındı. Nihayet aradığım fırsat çıkmış, resmi zeminde kökleri bilinerek inkar edilen Anadolu Alevi-Bektaşi Halk Kültürü ve Kimliğini Anadolu Mezopotamya Uygarlıkları kapsamında kültür, bilim ve eğitim programlarıyla  tanıtıp yaşatacak bir Kültür Merkezini yapma fırsatı doğmuştu. Yönetime Cem Evi yerine bir Kültür ve Eğitim Merkezi Projesi önermiştim, kabul edildi. 23.Ekim 1994 de Demirel’in katıldığı temel atma töreninde kürsüye çıkarak projeyi taktim ettim ve  katılımcı 50 bin kişi ile Cumhurbaşkanı Demirel’in huzurundaki konuşmamın son cümlesi “Evrensel Alevilik-On bin yıllık Alevilik” idi.(Vakıf Rehberi -Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Yayınları.1 Sf.43.Ankara 1996-İSBN 975-94982-00 )Kamuoyuna halka, devlete gereken mesajını vermiştim. Kürsüden inince  Demirel beni yanına çağırdı ve  Köşke gelmemi istedi.Farklı aralıklarla İki görüşme yaptık. Kendisine Küpü Dolu Kadıncık ANA diye Kayseri Kaniş’ten çıkan Hatti Dönemi’ne ait  yeni yapım bir Matara hediye ederek Anadolu Ana’yı anlattım. Demirel şaşırmıştı ve sonraki görüşmede projede yer verdiğim Kadıncık Ana yerine Atatürk heykelini koymamı istedi. Hak kapısında ATATÜRK olmaz, İçeride bir büst yaparız dedim ancak memnun olmadı. Bana gücendiğini sert bakışlarıyla belli etti. Ancak kararlı duruşumu gördüğü için konuyu değiştirdi. Bu görüşmeden sonra Devletin üst katı beni ve hedeflerimi, ben de onlardan gelebilecek talepleri biliyordum. Binanın dekorasyon aşamasında yapının Hitit eserleriyle dekorasyonunun engellenmesi nedeniyle  görevi bıraktım. Sonra Kadıncık Ana yerine Atatürk heykeli kondu.

Temel atma töreninden sonra  ,yurdun dört bir yanından halk,bilim insanları ,araştırmacılar, yazarlar, Dikmendeki şantiyeye  geliyor, Dikmen insan kaynıyordu.Yurt içi ve dışında seri seminer ve konferanslar eşliğinde kampanyalar yürüttük. Almanya’ya gittik, Berlin, Frankfurt, Aachen-Köln, Londra ve Paris’te Arkeolojik belgelerden oluşan slaytlar eşliğinde Anadolu Uygarlıkları ve Alevi Konferansları verdim. Alevi İslamcı camiayla Alevi Halk  ilk kez Anadolu Aleviliğinin tarihi kökleriyle , Sümer, Hatti, Hitit, Hurri ve Luvilerle Tanışmaya başladı. Aynı konuda Ankara Mimarlar Odasında bir konferans verdim.Bina inşaatı Temelden çıktıktan kısa bir süre sonra İzettin Doğan Vakfa ve İnşaata gelmeye başladı.Bir kaç kez görüş ve düşüncelerimi dinledi, ancak İslamda kalmamız gerektiğini ısrarla belirtiyordu. Bu amaçla Mart 1995 de CEM adıyla bilinen Vakıf  kuruldu. Demirel’le görüşmesinde Alevi Örgütlenmesinin disipline edilmesine yönelik bir Vakıf Kurulması görüşünün olumlu görüldüğünü, İstanbul!a gittiğinde masasında Ankara’daki Vakfın Temel atma töreni davetiyesiyle karşılaştığını , Demirel’i tekrar arayıp” efendim böyle bir vakıf varken yeni bir vakfa   ne gerek var” dediğinde Demirel’in o vakıf başka,sizinki  başka diyerek yanıt aldığını TV, programında da açıklamıştır. Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı’nı CEM adıyla  kamufle eden İzettin DOĞAN, kadim uygarlıklardaki köklerini açıkladığımız Alevi toplumunu İslamın içinde tutma görevini sürdürme faaliyetlerine devam ediyor.

Genel Müdürlük Sürecim

Yıl 98, Ecevit Başbakan,İstemihan Talay Kültür Bakanı olmuştu. Tanışmıyordum. Bayındırlık Bakanlığından Müsteşar Yardımcılığına getirilen merhum Tevfik Ketencioğlu’yla tanışmış,Kültürel mirasın korunmasıyla ilgili teşkilatın durumunu ,Bakanlığın işleyişi, Kuruma Kurullarındaki yolsuzlukları ,yolsuzluk yapanları ve eski eser kaçakçılığıyla ilgili belgeleriyle bir dosya vermiş kendisini bu iddialarla ilgili özelde inceleme yapmasını istemiştim.Tevfik bey on gün süreyle bir dedektif gibi çalışmış  teşkilattan çağırıp görüştüğü kişilerle iddialarımın doğru olduğu bilgisini almıştı.Bir hafta sonra Tarsus’ta Restore edilen bir Kilisenin açılışı vardı. Talay’ın bölgedeki rakibi olan Fikri Sağlara yakın bir gazetecinin Kiliseyle ilgili kendisini zor durumda bırakacak bir soru soracağı haberini almış, Tevfik Bey’e açılışa beş dakika var, bu binayla ilgili kimden bilgi alabiliriz demiş, Tevfik Bey beni arayarak  Bakan bey görüşecek deyip telefonu Talay’a vermiş, kendisine gereken bilgiyi vermiştim.Bu katkımı unutmayan bakan Tevfik beydeki dosyayı incelemiş beni makama çağırıp tanışmıştı.Bir hafta sonra Genel Müdürü görevden alıp beni Daire Başkanlığına ve ardından Genel Müdür vekilliğine atadı. Ecevit’in onayladığı Kararnamem sicilimdeki “gizlilik dereceli işlerde çalışamaz “şerhi nedeniyle  Köşkten geri  döndü.Bir onayla şerh kaldırılıp gönderildi ancak araya derin unsurlar girmişti  ve ben Demirel onaylamazsa  “Alevi olduğum için Kararnamemi onaylamıyor” diye basına açıklama yapacağımı açıktan konuşmaya başladım.Bakanlıktaki derin unsurların tümü duydu. Sonra Bakanla bizzat Cumhurbaşkanlığına gittim ve  Demirel kararnameyi onayladı.

Koruma Kurulu üyeleri dahil 75 kişiyi görevden almış yeni atamalar yapmıştık. Pamukkale’yi kirleten otelleri yıktırmış,Sakarya Nehri kaynağındaki kum çakıl Ocaklarını kapattırmış,İzmir Balıkçı hali mendirek ve tarihi yapıları ele geçirmeye çalışan Amerikan ortaklı İZMER adlı şirketin taleplerini geri çevirmiş,İstanbul Galataport  alanındaki hazine mülklerinin satılması talebini red edip ,ülke genelinde sit alanlarında kalan hazine mülklerinin satılmasını tamamen yasaklamıştık.Atatürk Orman Çiftliğini 1.Derece doğal ve tarihi sit ilan etmiş oradaki askeri tesislerle fabrikaların 5 yıl içinde taşınması kararını almıştık. Kanunda izni olmadığı halde Koç vb. kişilerin özel Arkeoloji Müzeleri vardı. Devletin Müzelerinde kırıldı, çürüdü,bozuldu, toz haline geldi iddiasıyla on beş yıldan beri eserlerin envanter kayıtlarının silindiğini biliyordum. Uygulamayı durdurup, silinen eserlerin lisesini talep eden bir genelgeyi bakana imzalatıp  sekreteryasından Valiliklere gönderdim. Kaçakçılar devreye girmiş olmalı ki yirmi dakika sonra Bakan genelgeyi durdurdu. Ortalık kazan gibi kaynıyordu. Karşımda ülkeyi çiftlik gibi kullanmaya alışmış zengin iş adamları ve onları besleyen resmi makamlar vardı.Üzerlerine yürüdüm.Yolsuz ve hırsızlara kapıları kapatmıştım.Daha sonra TBMM.ye verilen bir soru önergesiyle Devletin Müzelerinden bir kısmı etütlük de olsa 384.000 eserin envanter kaydının silindiği açığa çıkmıştı. Kum Ocakları sahipleri 15 kişiyle Makamımı basmış, dış kapıdaki görevlinin uyarısıyla arka bahçeden çıkarak  kurtulmuştum. Sonra bir akşam üstü evimin önünde bıçaklı saldırıya uğradım ,Tevfik bey evinin önünde dövüldü. Mehmet Ağar koruma talebimizi reddetti.

Alevilikle ilgili Noter Onaylı  Yazılı Belge ve sonrası

Canıma kastedeceklerini düşündüğüm için Alevi Gerçeğiyle ilgili biraz da fren amaçlı halkımızın bir bölümü Asya’ya gidip geldi gibi kısa bir iki cümle sonrasında Alevilerin Hitit ve Sümer halkı olduklarına dair 20 sayfalık bir yazıyı noterden onaylatarak bana  bir şey olursa açıklasınlar diye  Hacı Bektaş Veli Vakfının kasasına kilitledim. Bu arada Vakıf Yönetimi Yoldan çıkmış, İmralılı Ali DOĞAN  Memhet Ağar, Doğan Taşdelen ,Hikmet Çetin, İzettin Doğanla ilişkileri sıklaştırmış, yolsuzlukları sorgulayan Mahsuni Şerifî yönetimden almışlardı.Şirketleri konkordato ilan etmiş Doğan’ın işleri birden bire açılmıştı.Bir gün  Ali Doğan  özel görüşme istedi.Devletin Kültür Merkezini Hitit eserleriyle donatma kararından  rahatsız olduğunu açıkladı. Bu açıklama buradan ayrılın anlamındaydı. Ali Doğan’a ilişkilerini açıklayacağımı belirtmem üzerine  beni frenlemek amacıyla Devletin Ahiboz yakınlarında Üniversite için kendi adına 40 dönüm arazi tahsis edeceğini, bu araziden benim için de fırsatlar doğacağını söylemesiyle aramızda sert bir  tartışma yaşanmış, sonuçta Vakıftan ayrılmıştım.Benden sonra, Mimar Erdoğan Çınar’ın ofisinde çalıştığını belirten Namık Kemal KAYA adlı bir mimarla çalıştılar. İzinsiz uygulamalar için dava açma kararı verdiğimde Atilla Erden araya girip beni vazgeçirmişti. Daha sonra Vakfın kasasına konulan yazının  kaybolduğu söylendi ve kime verildiğini öğrenemedim. Ancak, takipte olan şahsıma ait bu belgenin Vakfa görevle giren kimi unsurlarla devletin ve bilgi peşinde dolanan insanların eline geçtiğinden eminim.

1000 yıldan beri Varlığı inkar edilen Anadolu Aleviliği ve Alevi Halk Varlığını Arkeolojik belgeleriyle Resmi bir Belge olarak ifşa eden Kültürlerin Belleği Anadolu Afişi

1998 Cumhuriyetin kuruluşunun 75’inci yılıydı.Başbakanlıkta tüm bakanlıklardan, Milli Güvenlik Kurulu ve Genelkurmaydan temsilcilerin katıldığı Kutlama Komitesindeydim.Bakanlık adına birçok proje önerdik ve ben bin yıldır inkar edilen Alevi-Bektaşi Kimliğini resmi bir belgeyle açıklayıp halkıma  ve ülkeme  karşı sorumluluğumu yerine getirme kararını aldım. Ağır Cezada yargılanacağımı göze alarak  “Kültürlerin Belleği Anadolu” adlı afişi Başbakanlık Kutlama Komitesinden onaylatarak yayınladım .Afiş, Anadolu Alevi-Bektaşi Kimliğinin Göbeklitepe dahil Neolitik, Hitit ve Sümerli kaynaklarını arkeolojik belgeleriyle ortaya koyuyordu. Oraya işlediğim ana temayı sırlama tekniğini ancak uzmanı olanlar kavrayabilirdi.Bu nedenle komiteden çok rahat onay aldı.

Aradan üç ay geçmişti.1999 ‘da Dünya Mimarlar Kongresi için Mimarlar Odası Yöneticileriyle birlikte Çin-Pekine  gittim.Beş yılda bir yapılan Dünya mimarlık kongresi seçimle belirlenen ülkelerde toplanıyor, bu yolla seçilen ülke  dünya mimarları aracılığıyla kendisini tanıtma olanağı buluyordu. Geçmişte on beş seçimi kaybeden Türkiye belirlediğimiz sunu programı ve delegasyona özel olarak dağıttımız Afişle ilk kez seçimi kazandı.2005 de 7000 mimar Anadolu’yu gezdi.Tanıyıp tanıttı.Ben oradayken  Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri imzalı bir talimatla Afişin yurt içi ve dışı dağıtımının durdurulması talimatı gelmiş, konu incelenmekte iken ben Ankaraya döndüğümde ikinci basım için filmi matbaaya göndermiştim. Ancak matbaa basımı durdurduğunu tarafıma iletti ve  apar topar matbaaya giderek filmi almış , basılı 10 bine yakın  afişi bir depoya  gizlemiştim. AKP’den Bakan olan Faruk ÇELİK o günlerde bizim bakanlıkta stajer Bakan gibi her birimi dolaşıyor bilgi topluyordu. Bana “üstat sen Ağır Ceza’da yargılanabilirsin demişti” ve öyle de oldu.Sonra etnik bir Kökeni öne çıkartığım gerekçesiyle hakkımda Ağır Ceza Davası açıldı.5 yıl süren davada DTCF’sinden belirlenen üç bilirkişi heyetinden ilki yaptığım savunmalar nedeniyle görevi bıraktı, biri aleyhte rapor yazdı ,reddettik.Son Bilirkişi heyeti  Afişi olumladı. Dava, cezaların ertelenmesine yönelik bir kanun kapsamında kapandı. Bilirkişilerden Prof .Aliye Öztan  Aksaray Saratlı’da verdiğim bir konferansa katılmış, bu köylüye Hititlerle ilgili ne anlatacaksınız diye sorduğunda “Onların Hititli olduğunu “ deyince “bunda ne var ki , biz zaten biliyoruz gizlenmesi devlet politikası ”demesiyle arkadaşım Osman YILMAZ’la tartışmıştı. Bir diğeri Prof. Zafer İlbars DSP’nin düzenlediği Alacahöyük/Arinna Kültür Kenti Projesi toplantısında hazırda olan beni tanımadığı için Hititlerin Alevi olduğunu anlatınca “Zafer Hanım Afiş Davasında  bu gerçeği inkar etmiştiniz ,şimdi ne oldu , yoksa gerçeği o dava süreciyle mi kavradınız” demem üzerine şaşırmış, yutkunamamış “özür dilerim sizin burada olduğunuzu bilmiyordum, ama gerçek öyle-devlet politikası “demek zorunda kalmıştı.Devletin Prof’u bu düzeyde idi.

Emeklilik Kararım

Davanın açıldığı süreçte bakanla aramızda ciddi bir sorun yaşanmamıştı.Bir gün Bakan İzmirde 1.Derece Doğal sitalanında arazisi bulunan ÖZDİLEK’in 33 katlı bir gökdelen yapmak istediğini belirterek ona izin vermemi istedi.Talep yasaya aykırıydı.Konu Koruma Yüksek Kuruluna taşındı.O gün görevden ayrılma kararını vermiş, bu amaçla yapacağım konuşmaya şahit olsunlar diye Genel Müdür Yardımcılarımı da çağırdığım toplantıda talebin yasalara aykırı olduğunu,sit alanlarının keyfi  derece değişikliklerinin kabul edilmesi durumunda  yeni taleplere kapı aralayacağını belirterek, bu koşullarda görevi sürdüremeyeceğimi açıklayıp talebi reddettim.Yüksek kurul açıklamamı yerinde bularak onayladı. Müsteşar Tekin AYBAŞ Bakana telefonuyla canlı yayın yaptı.Yarım saat sonra Bakanlık Müşavirliğine alındığıma dair yazı masamdaydı.

Afiş-Deniz Baykal ve ANADOLU SOL Projesi

2000 yılı Temmuz’da kendi isteğimle emekli oldum.Kültürlerin Belleği Anadolu Afişiyle getirilen ana tema Pir Sultan Derneklerindeki Ali Balkız ve kimi kişilerce kişisel siyasi beklentilerle Baykal’a ulaştırılmış, Baykal 1999 Eylülündeki kongre ve başkanlık seçimi öncesinde Afiş’in özünü  ANADOLU SOL PROJESİ başlığıyla siyasi gündeme taşımış,Genel Başkan olmuştu.ANADOLU SOL PROJESİNİN Özü; “21 YY’ın başında ayağını kendi toprağına basma, toplumsal değişme ve dinamikleri okuma ve buna göre yakalama şansını yakalama” idi.Emeklilikten kısa bir süre sonra Deniz BAYKAL Tevfik Ketencioğlu’yla ikimizi Partiye çağırıp 14 maddeyle üye yaptı. Kültür Komisyonunda görev verdi.Başkan olacaktım .Bir hafta sonra özel görüşme istedim.Türkiye Kültür politikalarının temeli 1071’ mi ,Anadolu Uygarlıkları mı olacak ? diye sordum.Yanıtı netti.1071 ‘den öte yol tanımayız dedi .Bunun üzerine Anadolu SOL sloganıyla yakalamak istediği şeyin benim toplumsal gündeme taşıdığım “Anadolu Aleviliği ve Uygarlık  Temasının topluma ulaşma tehlikesini başından yakalayıp hapsetme” olduğunu anladım ve partiyi terk ettim. Bizimle aynı süreçte üye olan Kılıçtaroğlu ve Parti Yönetimi birer afişle bilgilendirilmiş,  Kılıçtaroğlu  Aleviliğin İslam Öncesi kültür kökenlerine uzak durmuş, ilgi duymamıştı. Bugün “kimlik siyaseti yapmayız ancak, Elhamdülillah İslamız ,Kuran kitabımız” yaklaşımlarıyla Partinin başına getirilmiştir.

Davalar ve YOLUN EZELİ PROGRAMLARI ve AKP’nin ALEVİ AÇILIMLARI

Emeklilikten sonra Bakan ve siyasi düzen Hakkımda 12 dava açtı.8 yıl süreyle bu davalarla uğraştım. Tümünü kazandım.Emekli olur olmaz beklenen  kitabımı yayınlamayı düşünüyordum.Ancak, Devlet,siyasi düzen , İslamcılar CHP ve Alevi İslamcılar karşımda saf tutmuşlardı. Önümde büyük engeller vardı. Doğuda Alevi halk tehlike altındaydı.Yeni olaylara neden olmamak adına yayınlamaktan vazgeçtim. Davalar bitince  2008 de YOL TV ‘de YOLUN EZELİ adlı 16 Bölümden oluşan 45 ‘er dakikalık programı hazırlayıp  yayınladım. Programın başlamasıyla Alevi kamuoyunun dikkatlerini dağıtmak amacıyla  AKP ve Bakan Faruk ÇELİK  bilinen  sahte Alevi AÇILIMI toplantılarını başlattılar.Ali Doğan Hakka Yürümüş Hacı Bektaş Vakfının başına bina görevlisi  Ercan GEÇMEZ getirilmişti. Alevi açılımlarında Faruk ÇELİK’le baş rolde oynuyordu. AABF bünyesindeki Alevi Dedeler Kurulu Yolun Ezeli programının saatleriyle oynanıp izlenmesinin engellenmesini istemişti. Rıza AYDOĞMUŞ  büyük çabayla programı sürdürdü.

30 yıllık Emeklerimle küllerinden yeşerttiğim Anadolu Aleviliği belge,bulgu ve açıklamalarımı  intihal eden , bilmezlikten , görmezlikten gelen yazar taifesi.  

1980 Pir Sultan Banaz Anıtı ,Aşık Veysel Evi, 1998’deki  Afiş, 1992 Abdal Musa Kültür Merkezi,1993 Pir Sultan Çevre Düzeni Projesi ve 1994 Ankara Dikmen Projeleri ve yurt içi-yurt dışında verdiğim belgesel konferanslar toplumda Bilimsel zeminde Anadolu Alevi Bilincini yükseltmiş ,bu kimliği inkar eden Devlet sorumlularını ,AKP, MHP, CHP,HDP  vb .Siyasi Partileri afakanlar basmış, SOYER’in Alevi –Bektaşi Uygarlık dalgasını frenlemek amacıyla bu yazıda belirttiğim karşı hamleler yapılmış, bu konularla ilgisi, alt yapısı,eğitimi ve uzmanlığı bulunmayan  insanlar da Alevi halk belleğinde canlı olan deyiş, düvaz ve şiirlerden birden bire kendi buluşlarıymış gibi Sümerleri ,gökten gelişi keşfedip Aleviliği Sümerlere- Hititlere bağlayan  kitaplar yazmaya başlamış, kapaklarına  Hitit eserleri konulan kitaplarda “Mustafa Kemal Döneminde ortaya atılan “Türk Tarih Tezi” paralelinde Hitit ve Sümerlerin Orta Asyadan gelen TÜRK olduklarını”  özenle belirtilmiştir..Dikkatle incelenirse bu yazarların (!) hiç biri kitaplarında  yılların emek ve mücadelesiyle bu keşfi yapan şahsıma değinmemiş, kadim Alevi tarihi ve kültürünü  günümüz Alevi kültürüne bağlama yönündeki bilimsel araştırma ,konferans,slayt gösterileri vb. açıklamalarımla Yolunezeli.com daki yayınlarımı yok saymışlardır.Faceleri incelediğinizde çoğu yazarın,dedelerin bile Hitit ve Sümer uzmanı kesildiği görülebilir.Mehmet Turan, Göbeklitepe uzmanı kesildi ,Ali Koçak Dost bilinçte uzaya kara deliklere el atmış durumda.Bunlar hoşuma gitmiyor değil,ancak işin asıl kaynağı akıllara bile gelmiyor. 2011 yılında açtığım Facebook ve YOLUN EZELİ sitesinde Anadolu Aleviliğinin evreni ve tarihi köklerine yönelik akla gelebilecek konulardaki tüm gizler tane tane açıklanmış olmasına rağmen bunları okuyan bir çok kişi kendi buluşuymuş gibi başka kaynaklar göstererek yazı ve makale yazmaktadır.Örneğin 2005 yılında  yayınlanıp binlerce kişi tarafından  okunduğu google istatistikleriyle bilinen yazılarımdan http://www. yolunezeli.com/ ?p= 2031 deki ALİNİN SIRRI Başlıklı yazımda Kırklar Makamı ve Alevi  Tanrılarının  Makam rütbeleri vb. açıklamalar yapılmışken Erdoğan Çınar 2021 Ocağın ilk haftasında yayınladığı  “Yıldızlararası göç,Kırk Sayısının Gizemi ve Kırklar Makamı “başlıklı yazısında benim Kırklar makamı ve Kırk sayısının gizemi yönündeki  yazı ve açıklamalarıma değinmemiş, kanaatimce görmezden gelmiştir. Kırklar Meclisi ve Tanrıların Makam Rütbeleri konusu sitem dışında ayrıca 2019 da CAN TV ‘den de yayınlanmıştır.  

Hakkında ABD Ajanı haberleri çıkan CHP’li Vekil  AYKAN ERDEMİR

2008 de Hacı Bektaş Vakfından bir görevli Aykan Erdemir adlı birinin beni aradığını, telefonumu istediğini söyledi. Sonra Aykan Erdemir eşiyle birlikte Kültür Bakanlığı Vakfına geldi. Bana Aleviler sisteme nasıl entegre edilmeli diye tuhaf bir soru sordu. Adamın yüz ifadesi karanlıktı. Biz bu ülkenin asli sahibiyiz.Kendi kültürümüzden ayrı bir alana girmeyiz deyince izin istedi. Kendisine bir afiş hediye etmek istedim. Bakınca “Aaa,o bizde var dedi”.Nerden aldınız dediğimde matbaaya gönderdiğinizde  önce bize geldi inceledik” dedi. Açık ve net olarak okyanus ötesi-derin kimliğini ortaya koydu. Ziyaret tehditti, ayağını denk al demek içindi. Bu olaya hayatta olan Osman Yılmaz ve üç kişi  şahit oldu.Afişin kimler tarafından takip edilerek mahkemeye verildiği açıklık kazandı. Aykan Bey eşiyle birlikte Hacı Bektaş Vakfına entegre edilen , açılışını Vatikan Büyük elçisinin yaptığı ALEVİ ENSTİTÜSÜNE üye yapılmış, 2011 de CHP Bursa’dan Milletvekili yapılmıştı. Feto Bağlantılı ABD Ajanı olduğu gerekçesiyle şimdilerde aranıyor. Afiş Davasında alehte rapor veren Prf.Zafer İlbars da Hacı Bektaş Vakfında danışman(!). Anadolu’nın Hititlerden beri BABALIK MAKAMI olan Hünkar Dergahı Semavi ad edinen dinler ve Papalık için en büyük rakip ve tehlikeydi.Bu amaçla kapatıldı.Kaçak Saray adedilen yapının açılışını Papa Hazretleri, Cengiz Güleç ve Ayhan YALÇINKAYA’ nın kurup sonradan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfına yapının içinde konumlandırılarak entegre edilen ALEVİ ENSTÜTÜSÜ’nün açılışını da Papalığın Ankara Büyük Elçisi yapmıştı.Böylece ülkemiz ve Alevi-Bektaşi halkı Semavatçı İGİGİ’lerinin (gözcüler) gözlem ve kontrolu altında, Gözcü Baba bile Hristiyanlaşmış durumda idi!

Hamurpet Alevi Şenlikleri ve Hdp

HDP’nin kuşattığı Varto’da İstanbulda Kurulu Varto  Derneğiyle ortaklaşa 2012-13’te iki yıl üst üste 2-3 bin kişinin katıldığı Alevi Kültür şenlikleri düzenledim. Alevilerin kadimden millet kimliğini açıkladım.Üçüncü yıl HDP karşıt şenlik yaptı. Alandan 80 genç dağlara kaçırıldı. Böylece orada da önümüz kesildi.Belediye Başkanı Demir Çelik ülkeyi terketti.

AKP İkdidarı CHP-HDP’nin Alevi Politikaları

AKP İktidarı  ve Kemal KILIÇTAROĞLU’nnun  CHP’nin başına geldiği süreçten itibaren Alevi STK’larından Hacı Bektaş adı çıkartılıp, Aleviler ALİ adıyla Siyasal İslama entegre edilmeye başlanmıştır.Alevi Halkı  siyasi iktidar ve ülke yönetiminden yalıtılmak amacıyla CHP VE HDP’nin arka bahçesine kapatılmış, Orta Asyalı Türk ve Arap asıllı Kürt Kimlikleri üzerinden asimilasyona hazır hale getirilmiştir.Bu süreçte Yurtdışı ve Yurt içi  ALEVİ STK’larının çoğu kapılarını YOLUN EZELİ Programı ve Şahsıma kapatmış durumda.

2000-2019 yılları arasında yurt içi ve dışında yüzü aşkın saydam gösterleri ,konferanslar verdim. Son otuz yıllık mücadelemde her zaman ve  yerde  tehlikeler altında mücadele ettim.Mücadeleme Şahit olsun diye Ankarada  25 yıl boyunca Osman YILMAZ adlı arkadaşımı yanımdan ayırmadım.

Unesco 2021 ‘i Hacı Bektaş Veli Yılı ilan etmiş. Hünkar’ı Uluslararası alanda ölü ilan edecekler.Halbuki dünya ve biz onunla Bir,İri ve Diriyiz. Yağmur yağmıyor, barajlar boş, ülke halkı yoksuluk ,fukaralık içinde, korona kol geziyor ve her alanda adalete, birliğe muhtacız. Şiddetli bir gök gürlemesine, küresel ve yerel kötülüklerin tümünü yakacak hayırlı şimşeklere ihtiyaç var.

Ben hala Anadolu Mezopotamya topraklarıyla üzerinde yaşayan halkların ırklarüstü temelde birlik ve beraberliğinden,batı dünyası karşısında Anadolu’nun kadim kültür ve uygarlık mirasına ve bu kaynaktan gelen kimliğe sarıldığımızda yüceleceğimize inanan, Hünkar’a bend olmuş bir Yol Evladıyım.

Küresel Emperyalizme ,işgal,gasp,soygun ve sömürüye karşı Türkiye-Anadolu, Mezopotamya, Azerbaycan, İran ve Suriye kadim halklarını ırkçı-dinci yapılaşmalardan kurtarıp Kainatın aynasında birleştirmeye and etmeliyiz. Bunu sağladığımızda Ortadoğu’ya Hatti Uygarlık Güneşi yeniden doğacak, Halklarımızın birlik ve bütünlüğü sağlanmış olacaktır.

Hititlerin Nerik’in Fırtına Tanrısına duaları tarzında Teşup’u imdada çağırıyorum, “Gel efendim gel, Aşağıdan, yukarıdan bütün dağlardan gel, yellerinle, şimşeklerinle, fırtınalarınla, hayırla ,bolluk ve bereketlerinle gel”.